TÜRKİYE’DE ALEVİLİGE KARŞI YAPILAN YENİ IRKÇILIK

GAZİ EKE     >>>>>

Afbeeldingsresultaat voor zerdust

Türkiye içinde ise yeni ırkçılık farklı milliyetlerden olan insanların dışlanmasına dayanarak değil içine alınarak ve farklılıkların korunarak bir asimilasyonuna dayanır. Diğer yandan bin yılın üzerinde bir zaman diliminde Alevilere yönelik asimilasyon ise dışlayıcı bir kültürel ırkçılığın, yani ayrımcı ırkçılığın üzerine dayanmaktadır.Alevilere yönelik Dışlayıcılık- baskı-katliam-yerinden-yurdundan etme- ve daha ileri gidilerek yok etmeye dayanmaktadır.Bu yok etme tarihsel gelenekten devralınır.Suni İslam kültür motifleri içinde yapılmaktadır.Bu kültür Emevi devletinin örgütlü devşirmeciler kanalı ile yaydığı “İslam’a” dayanmaktadır. 
Genel olarak suni İslam ve laik Cumhuriyet tarihsel kültürel egemen formasyon içinde Alevilere yönelik asimilasyon ve yok etme politikaları terk edilmemektedir. Bugünde “Suni Muhafazakar-Liberal” yasal olarak partiler kurulmuştur. Sol hareketler ise bunlar için bir şey söylemez iken Alevi Partisi diye lanse edilen Partiye karşı düşmanca bir tavır almışlardır. Bu durum en açık bir biçimde tarihsel/ modern yapısalcı bir ikiyüzlülüktür, günümüzde ise bu tavır, kültürel ırkçılık olarak adlandırılır. Bu farklı ırkçılığın kaynağı da Suni İslam’ a bulanmış Tarihsel gelenekten gelmektedir. Burada doğru tavır ret edilecekse tek yanlı olmamalıdır.
Türkiye’de Suni Türk ve Kürt aydınları da dahil Türkiye’nin % 99 unun Müslüman olduğunu söylemektedirler. Aslında herkes Türkiye’de Sünni Tarihsel egemen mezhebin olduğunu bildikleri halde bu tabiri kullanmaktadır. Türkiye’nin ‘Laik’ bir devlet yapısı olduğunu bildikleri halde aynı tabiri öne çıkartmaktadırlar.
Dışlama, Türk- Kürt boyutunda değil Alevi boyutunda olmaktadır. Bu dışlama Alevi Türk- Alevi Kürt boyutunu kapsamaktadır. Bu tarihsel egemen devlet yapılanmasının kaynağı devşirmeciliğe dayalıdır. Devşirmecilikse vatansızlıktır. Dolayısı ile Alevilere yönelik Vatansız bir devşirmecilik dayatılarak, devlet bekçiliğine dönüştürülecek bir toplumsal yapı dayatılmıştır. Bu durum hayali olarak kurulmuş vatana dayanmaktadır. Hayali vatansa sevilecek bir olgu olarak verilmiştir. Bu vatan sevgisi Alevilerin toplu yerleşim yerlerini dağıtılarak göçürtülmesine zemin hazırlamaktadır. Asıl buna karşı direnme olduğu oranda da Hitler’ 2.Dünya savaşı içerisinde Yahudilere yönelik soykırımını andıran katliamlar olmuştur.
Birde Türkiye de hem aydınlar hem de sosyalistler tarafından hiç bilinmeyen Tarihsel bir olay daha vardır.Öz be öz Türk olan Türkçe konuşan Türkçe yazan Karamanlıların sırf Hıristiyan olmaları nedeniyle, mübadeleye tabi tutulup vatanlarından koparıldıklarını biliyoruz. Bugün bilinen bu ırkçılık türü de Türk-Suni İslam ile bulanmış geleneksel kültürel bir ırkçılıktır. Genel olarak İslam’ın tek tanrılı dinlere karşı ehli sünnet diye bir ilkesel tavrı olmasına rağmen Türkiye de Türk Suni İslam’ın böyle bir tavrı da yapısal bir iki yüzlülüktür.Bu olaylara karşı devletin tavrı da açık bir Anti- Semitizmdir.
Türkiye’de diyanet işleri başkanlığının işlevi bu kültürel ırkçılığın yayılmasını sağlamaktadır. Suni İslam’ın bu toplumsal tabakalaşması diğer tek tanrılı dinler ve özelliklede Heteredoks mezhep olarak bilinen Alevilik üzerine derinleştirilmektedir. Devlet yapılanması ve siyasi partilerde yukarıdan aşağı bu tabakalaşmanın ideolojik ve politik izlerini görebilmekteyiz.Bu durum aynı zamanda Kapitalizm içerisinde iktisadi olarak tasfiyesini içermektedir. Çorum-Maraş-Sivas-Tunceli de yerinden edilme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de Nazizmin imha planlarını Alevilere yönelik olarak Dersim Kutu deresi- Maraş-Çorum-ve Sivas’ta görmekteyiz.
Dersimin, ve bu bölgede yaşayanların tarihsel kökenlerine baktığımızda bu tarih Anadolu tarihi ile başat gitmektedir.

“Kimmer Türklerinden- Saka-İskit Türklerinden- Hun Türklerinden (363-367)Ağa çeriler den (466) izleri Dersimden görmemek elbette olası değil..Selçuklu Devleti Anadolu’yu hakimiyeti altına aldığında bölgede; Saltuklular (Nazimiye),Mengücekler (Pertek-Hozat-Ovacık-Çemişkezek-Kemah) etki alanlarında kalır. 1231 yılında Moğolların akınlarından kaçıp Dersim e sığınan Celal ettin Harzemşah’ı bugün bile Yaşlı Dersim’liler den dinlemek olasıdır. Celal ettin Harzemşah’ın bir şafi Kürt tarafından nasıl öldürüldüğünü ve o’nun mezarının bugün Munzur Baba ile birlikte en çok ziyaret edilen mekan olan Sultan Baba yada Düzgün Baba (Tujik Baba) olduğunu Yaşlı Tunceliler torunlarına anlatmaya devam ederler.
Dersimin Moğol hakimiyetini, İlhanlı hakimiyetini, Timurlu zamanları, Kara koyunlu Hükümdarlarının yönetimindeki Erzincan- Erzurum-ve Dersimi saymazsak tarihten önemli bir sayfa eksik kalır. Çaldıranda Saf evi Türkmen Şahı Şah İsmail’e Yardım eden birçok Türkmen boyunu Osmanlı cezalandırınca kendilerini Dersim dağlarında buldular.” W

1514 Yılına kadar Osmanlının Dersime giremediğini ve girdikten sonrada bugüne kadar bölgede bir türlü egemenlik sağlayamadığını belgelere dayanmadan da biliyoruz.

“Erzincan ve havalisi valisi Nur ali Bey’i Saf evi Devleti göndermektedir.Osmanlı veziri, Bıyıklı Mehmet Paşa Nur Ali Halifeyi Çemişkezek bölgesinden çıkarmak ister. Ama ondan önce Pir Hüseyin Bey bu işi gerçekleştirir.”W

Pir Ali Hüseyin Bey’in ölümünden sonra Osmanlı bölgeye müdahale etmiştir. Müdahalelere rağmen bölgede egemenliği kuramadığını bölgeye atanan Kadı-Vali veya bölge sancağının sürekli olarak Çevre beyliklerin den biri aracılığı ile temsil edildiğini, abartılı olsa da; bugüne kadar her yıla bir farklı temsiliyetle geldiği sır değil. Bütün olanlara rağmen bölgede aşiretler arası mücadelenin bitmediğini, mücadelenin kaynağının egemen Suni İslam’a ve bölge zenginliklerinin elde tutulmasına yönelik olduğunu yine Osmanlı belge ve “Ferman”larına bir bakalım: Belgeler (1720-1840)

KİMDEN : Çar sancak ( Ak pazar) ilçesi ahalisinden 31 kişinin imzalayıp birlikte sundukları dilekçe. KİME: Divan-ı Hümayuna,KONU: o yörede bulunan Şeyh Hasanlı Aşiretinin Eşkıya ve Kızılbaş oldukları, Bunlardan can ve mal güvenliklerinin kalmadığı,Üzerlerine gelen devlet güçlerinin onlarla baş edemediklerini Erzurum ve Diyarbakır illeri valileri askeri güçleri bunların hakkından gelmeleri Ferman ve mahkeme kararları tanımayan devlet yetkililerine karşı gelen Daha önce bu aşiretlere uygulandığı gibi İleri gelenlerini idam,çoluk çocuğunu da genel sürgün etmeleri……..”
18.yy ortalarında Keban Madeni için Aşiretler arasında kavgalar (ölü veya diri ele geçirilmesi) Suni kökenli aşiretler ve Kürtler her olayda Osmanlının yanındadır.
KİMDEN: Padişahtan, KİME: ve (boş bırakılmış )Kadısına ve Keban Madeni Emini Sa’dullah ve Malatya Sancağı Mütesselimi ve A’ya vilatetzide kadrihüm (i’tibarları artsın) HÜKÜM KONU: Besni ilçesi ahalisi toplu olarak Divan-ı Hümayuna sundukları dilekçelerinde Besni’de Mütesellim kaymakam olan Eğinli Osman Yanına ünlü Eşkıya ve birtakım soyguncuları toparlayıp Kasabadaki müftü-Müderris-Bilgin-ve ileri gelenleri tutuklayarak günlerce aç susuz tuttuğu, birçok kimselerden ceza olarak zorla para topladığı Yiyecek ekmeği olmayanlardan bile yüzer kuruş topladığı Bu zorbalığın önlenmesi istenmektedir.

Şia mezhebine benzedikleri (direkt padişahtan atfedilen) için Rafızi (Sapık inançlı) mezhebi diye nitelenen Dersim halkı ve Aşiretlerinin bütün öncü ve önderleri Ya sürgün ya İdam yada Çatışmalarda efradı ile birlikte savaşarak ölmüşlerdir.

KİMDEN:Padişahtan- Hatt-ı Hümayun KİME: Diyarbekir valisi Vezir Ali Paşaya ve Eğil Hakimi Hüseyin’e Hüküm ki KONU: Diyarbekir’de bazı kişiler Ergani madeninde çalışan işçiler arasına girerek, madende işve düzenin aksamasını onların köylerine varıp gelirken bazı güçlükler çıkarıp onların cezalandırılmalarına neden oldukları, yetkililere böyle bozguncuları neden içlerine karıştırmamaları, işçilerin de bunlara kanmamaları, Taktirde cezalanacakları….
Dersim taifesinin yola getirilmesi…. ( PADİŞAH’ TAN)
Şeriata aykırı davranan Dersim Şeyh Hasan Aşireti hakkından gelinmesi…….. (Divan-ı Hümayün’a Rapor.)

Altın- Gümüş –Bakır- Kömür madenlerine sahip olmak için yöre halkının tarihten gelen yaşam törelerine inanılması zor olan karalamalar atıfta bulunmalar-yetmediği yerde sürgün-kıyım –katliam-yakma ve insanı okuduğunda şoke eden nice yöntemlerle ortadan kaldırma hareketleri… bütün bunlara rağmen Dersim aşiretleri 1802’ de Osmanlıya acı bir ders misali bölgenin güvenliğini kendileri sağlamayı başarmıştır. Osmanlının bölgeye egemenliğinde ise; İç Anadolu’nun değişik yerlerine ve Bursa’ya sürgün daha önce olduğu gibi, bu dönemin de eserlerindendir. Belgelerin bize bıraktığı izlenimlerden biride kendi öz güçlerine dayanarak ve yöre halkının tarihsel derslerle yaşamlarından hiç eksik etmedikleri egemenlere boyun eğmeyen “karşı duruş felsefesi”nin kendisidir. (Söz konusu eser 50ayrı belge) ki belgelerin hepsinde ırkçılığın farkçı (Bizden olmayan) boyutlarını ve yöre halkına suni İslam kültürünün egemenlik için İslam adına İslam’da var olduğuna inanılması zor (!) bu kültürün Anadolu’ya nasıl yayıldığına tanık olacaksınız, İmparatorluk Türk kökeninden -geleneksel yaşam biçiminin ortaya çıkardığı özellikle atılgan dinamik yanları ile elde ettikleri, yarattıkları imparatorluğu idari yönetim eksikliğinin getirmiş olduğu uzak öngörü eksikliğinden, hızla strateji-taktik hatalara daha işin başında düşmüş idiler, Bu hataların kaynağında merkezileşmiş egemen İslam kültürüne teslimiyetin kendisi idi.- Sarayda-Medreselerde-Mahkemelerde-Camilerde- devlet adına örgütlenen manüpüle edilen bu politika bugünde devam etmektedir. Bugün de hayatın her alanında alenen Alevi yaşam felsefesine atıflarının beslendiği kaynak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de geçmişten devraldığı ve terk etmediği bir geleneğin tarihi kökleri diyebiliriz. 
Türk kökenli beyliklere- topluluklara saldıranlar da; Selçuklular Devletinde olduğu gibi, Osmanlı Devletinin de kurucu öğe Türk (Türkmen) dür. Her iki devlet sürecinde imparatorluğun başından sonuna kadar Türk-Türkmen öğe Devşirme -Dönme öğeyle olan yönetim savaşında yenilmiş ve süreç hızla dönme-devşirmeyi yöneten; Türk-Türkmen’i de yönetilen konuma (halk) getirmiştir. İdari üst yapılanma Selçukluda Pers(acem)-Arap-Türk niteliğinde (Ki burada henüz Türk sosyal grup kültürü-demokratik İdari yapılanması İslam ağırlıklıda olsa da kaybolmuş değildir.Bu özeliğinden ötürü o döneme kadar gelmiş bütün bilimsel-Felsefi eser-birikim-bilgi derlenip Arapça’ya çevrilmiş İdari üst yapılanmanın hizmetine sunulurken; Tek hükümran fundamentalist çizgi (Tek tanrıcılık) hızla devleti merkezileştirmiş; ‘Bizden olmayan’ Dinsel ırk-i yaklaşımla sosyal hayata müdahale edince sonunda başlangıcı olan ilk adımlar atılmış idi.) iken; Osmanlıda Grek o-Slav-Türk (ümmetçi-tirancı) kozmopolit bir nitelikle şekillenirken Türk öğesi azınlıkta kalacaktır. Kurulan Türk devleti özüne yabancılaşmış yayılmacı baskıcı yanını hiç eksiltmediği gibi; Kıyımı Anadoluluk ruh-öğe-ve kültünü kullanarak Anadolu’yu egemenliğine alır. Doğal olarak kendinden olmayan ve karşısında duran Avrupa Hıristiyan devletleri, baş düşman olması gerekirken; İran Saf evi Türk Devletini kendine Düşman Seçmiştir.Propaganda ve eylemleriyle bu saldırganlık tarihte değişik biçimlerle araçlarla sürdürülmüştür. Dönem ve koşulların gereği eskinin bağrında çıkan yeni devletler de Tarihsel egemenlik mirasından kaynaklı devraldığı bu sorunu bugüne kadar getirmiştir. Söz konusu dönemde İran Saf evi Devleti Osmanlının düşmanlığına kadar Şii de değildir. Karşı propaganda ve ideolojik silahlara duyulan gereksinim Sorunun kaynağı, Ali ve Muhammet’e kadar dayanan KURAN ın Zahiri ve Harici Yorumlarına kadar uzanır. Sosyal yaşam içerisine her alana müdahale eder tarzda düzenlenen bu yeni toplum yasasının süreçle birlikte giderek Karşı duruş okullarını felsefesini beraberinde getirir. Anadolu Aleviliğinin de çıkış kaynağı budur. Anadolu Aleviliği Islama ve İslam’ın her türden yorumuna karşı dururken yaşamla birlikte giderek şekillenen içinde bulunduğu konumdan zorunlu olarak gizli olarak bugünlere kadar zenginleşerek gelen, materyalist özünden hiçbir sapmaya izin vermeyen ve yazılı olmayan yaşam tarz ve biçimi ile halkın dili ve araçları ile bugünlere gelmiştir. Egemen kültürün dayattığı veya manupüle ettiği; bunlarda İslam ve ümmeti Muhammet’in takipçileri safsatasına yanıt: Yüzyıllardır İslam’ın içindeki egemenlere karşı duruşu şiar edinmiş öncüleri Anadolu halkı kökenine bakmaksızın yoksuldan, halktan yana olanları hep kendinden saymıştır, benimsemiştir, gerektiğinde savunma aracı olarak ideolojik kalkan yapmıştır. Bunun içindir ki Türklüğünü ve Aleviliğini hep gizli, kıyıcılara karşı gizli tutmuş kendilerini halktan yana İslam Öncüleri ile özdeşleştirmişler.Ama bu yol da Osmanlının zulmünden Anadolu halkını kurtaramamıştır.Zulme karşı ayakta kalabilmenin felsefini, farklı kökenden toplulukların da aklın yolu birdir çizgisinden hareketle; Anadolu Aleviliğini, kendi çizgi ve görüşlerinin olduğu(nun) altındaki, tarihsel gerçekler içinde, giderek şekillenerek bu günlere gelmesindeki bitirilemeyen cevherin-özün kaynağı aklın araştırıcılığıdır.
Türk olmanın olumlu bir avantajını Türk kökenli toplulukların hiçbiri sözde Türk olan her iki devlette de görmemiştir. Osmanlı içinde yaşayan Kürtlerde Osmanlıyla aynı egemenliği paylaşan Kürt eğe menlerine aynı soğuk tavrı göstermiştir. Alevilik Anadolu halkları içinde bu zeminde genişleyerek büyümüştür. Eğitimdeki ENDERUN yöntemi Türk olmayanları Şeriat hükümlerine uygun (Bugün cami-tarikat-diyanet işleri başkanlığının ve devletin dinsel olarak bütün toplumu kendinden görmesinin ‘şer-i meşruluğu’) Fundemantal Türk olarak şekillendiriyordu, MEDRESELER ise Türkü alıp Türk olmayan Türk yani Arap (İslamlaştırma) yapıyordu. Ayaklanmaların kendisi Feodal zulmün kendisi idi, yönetici devlet kadrosu batıda olduğu gibi egemen sınıfın aracı olmayıp feodal egemen sınıfın kendisidir.Feodal sınıf devlet hizmetlerine katılarak, yönetici devlet kadrosu ile özdeşleşmiştir.Halkın üzerinde kurulan rüşvet ağı sistemleşen mekanizmalara dönüştürülmüştü. Ehl-i Örf olarak tanımlanan davranışlar uygulamalar baskı-sömürü-kırımlara yol açıyordu. Kimi kez ayaklanmacıları –eşkıyayı destekleyerek ödünler vererek ve daha da ileri giderek bunların ileri gelenlerine toprak-arazi ile ödüllendirerek yanına alma ile vakıflaşmanın önünü açarken bir süre sonra ayaklananların öncülüğünü yine bu kesimler yapmakta idiler. Celali ayaklanmalarını çıkaranlar il ve sancaktaki hükümet işlerini yürüten görevliler (Ehl-i Örf –bürokrasisi) olduğunu tarihi belgeler de görmek olası. Vali-Sancak Beyleri- Kadı- Suhteler- Ocak Ağaları- Altı bölük halkı vb den oluşan bu tür yönetici kesimlerin etrafında toplanan Levent-Sekban yığınlarıyla, düzeni korumaya çalışan “devriye bölükleri” yada muhafaza güçleri arasındaki çekişmeler yıllarca Celali kavga ve ayaklanmaları olarak sürer. Tek merkezli İslam in egemenliğinde ki Ortadoğu-Yakındoğu-Arap yarımadası- Kuzey Afrika bölgelerinde bunlara benzer sürtüşmeler hiç eksik olmadı Kaybeden bölge halkı oldu.Ama bölge halkı içinde kendi yaşam çizgisini-direniş biçimlerini de beraberinde büyütüyordu.
İslam i hukuk ve Örfi hukuk adı atında yürütülen vergilendirmede “Tekalif-i Şeriye” (Cizye- Ağnam-Öşür) İslami ilke vergisi idi; Tekalif-i örfiye ise(gayr-i Müslim den alınan) geleneklere dayanılarak Mücerred Resmi- Bennak Resmi- Arus Resmi gibi vergiler doğrudan saraya giderken İl-Sancak-Köy ahalisinden ve göçer konar aşiret-kabilelerden 72 çeşit Şeri, 96 çeşitte örfi vergi alıyordu. Osmanlı halkı mal varlığını saraya adamış durumdadır, bu katlanılması zor durum sarayın aşırı -üretmeden- tüketimini-doğal afet-salgın hastalık karşısındaki çaresizliği- paradaki grat (altın-Gümüş) değerinin düşürülmesi-fiyat-faiz oranlarındaki aşırı dizginsizlik-vb gibi nedenler halkı kıtlıkla karşı karşıya bırakmıştır.Birçok bölgede uzun süre doğadaki yabani hayvan ve besinlerle yaşamak zorunda kalan Anadolu halkının kaderini egemen kültür hiç dile getirmedi. Sol ise, Bu topraklardaki filizlenen geleneği-kültürü yok (veya kendini ifade edecek olgunluğu göremedi) saydı, batı eksenli reçeteleri doğrudan uygulamaya girişti.

Osmanlı En güçlü olduğu “1494-1503 yıları arasında halk büyük bir kıtlık ve veba salgını ile yüz yüze idi.Bir akçeye 50-60 dirhem un alınabiliyordu…… Bursa Balıkesir dolaylarında 1525-27 yıları arası çekirge salgını üreticiler bu yılları kıtlıkla geçirdiler……..16.yy Anadolu zaman zaman kıtlıklarla geçirdi…..1564-65 tam anlamıyla kıtlık…….İkinci Selim zamanında kıtlık bütün imparatorluğa yayıldı…….Şiddetli açlık 1577’lere dek sürdü…… 1604’te Anadolu yeniden altı yıllık bir korkunç açlık dönemine girdi……..Kıtlıklar gıda maddelerinin değerini fahiş fiyatlara yükseltiyordu. 1494-1503 arası ekmeğin ederi 12 katına fırladı……. 1488’de 800dirhemi bir akçe iken 50-60 dirhemi bir akçeye alınır olur…… 1598’de Bursa’da narha göre 200dirhem ekmek bir akçeye,unun kilesi 32-35 akçeye …… etin okkasıysa 10-12 akçeye satılıyordu……. 
Anadolu da ki açlık yadsınamayacak gerçektir. Osmanlı arşivlerine dek girmiştir.’Mühimme defteri’ (6/ 435) de yer alan 1564 lerde Çeşmeden saraya gönderilen bir raporda halkın “ot otladıkları” yazılarak açlığın ve kıtlığın boyutları belirtilmeye çalışılmıştır. 1687’lerde binlerce insan Anadolu da at, meşe palamudu ve ceviz kabukları yiyerek yaşamlarını sürdürdüler. V

Ve belgeler tarihler sürüp gider. Anadolu halkının egemenlere karşı duruşunun tarihini- felsefesini dikkate almayan- açığa çıkarmayan sosyalistim-demokratım diyen tüm organizasyonlar Anadolu halklarını temsil deki zorluğun kaynağı bu tarihsel gerçeklerin içinde aramak gerekir. Bu topraklarda özgürlük mücadelesini tarihsel gerçekleri gün ışığına çıkarmadan yürütmek, Ancak; egemen kültürün halkın içindeki halka yabancı sözde kurtuluş-demokratik organizasyonu olmaktan öteye bir adım atamaz. Bu tarih mezheplerin çatışma tarihi değil,Anadolu halklarının mücadele tarihidir.Sol cenahta kafalarda olan din-mezhep yargısı padişahın “Rafızi mezhebi” söyleminden farlı değildir.Tarihsel koşullar- saldırılara karşı batı kültürü ile değil Anadolu ve doğu kültürünü bu topraklara yerleştirmiştir. Doğu- Batı ikiliği diye bilinen, -solunda kafasındaki karmaşa- ele alınan, egemen kültürün dayattığı ne yön sorunudur, ne ekonomik gelişmişlik nede felsefenin coğrafyadaki seyr-u seferidir. … 
Alevilere yönelik saldırılarda daha ağırlıklı olarak yerleşim yerlerinden ederek sürgüne yönelik politikalarla birleştirilmektedir. İlk plan toplumsal gövdeyi aşındırmayı ifade ederken. İkincisi, toplumu hiyerarşize etmeye yarar. Yani yerinden yurdundan ederek toplumsal tabakalaşmanın en altına itmeye çalışır. Sömürgeci emperyalizmden var olan kast rejimlerinin görevi de Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığı ile yerine getirilmektedir. Açıkçası maaşlı Suni Ruhban sınıfı yetiştirilmektedir.Bu durum dini anlamda kastları ifade eder. Kastlar vasıtası ile toplumsal taban Alevilere yönelik düşmanlık diri tutulmaktadır. Halk her zaman kışkırtılmaya hazır ve nazır konumda bekletilmektedir. Bu suni geleneksel tavır Emevi suni İslam’ından beslenmektedir. Emevi yayılmacılığı ise İslam’ın kılıç zoru ile benimsenmesini ifade eder. Bu tarihsel Emevi yayılmacı metodu ile Sömürgeci metot birleştirilerek geleneksel olanla modern olan biçim iç içe geçirilmiştir. Devşirmecilik ve kastlaşma böyle bir tarihsel gelenekten gelmektedir. Gazi eke

Leave a comment